İçeriğe geç

Microservices vs Monolithic: Hangisi Senin İçin Daha İyi?

Selamlar millet! Bugünlerde yazılım dünyasında sürekli karşıma çıkan bir muhabbet var: Microservices mı, Monolithic mi? Hani şu projeye başlarken hepimizin kafasını kurcalayan o meşhur soru. Bazen düşünüyorum da, bu kadar kafa yorulmasının sebebi ne acaba? Belki de basit bir soru gibi görünüp, aslında işin özünü yakaladığı içindir, ne dersin?

Hatırlıyorum da, birkaç yıl önce kendi yazdığım bir web projesinde, her şeyi tek bir çatı altında toplamıştım. Yani ne varsa, hepsi aynı koda, aynı veritabanına, aynı deploy sürecine bağlıydı. Başlangıçta her şey süperdi, inanılmaz hızlı ilerliyorduk. Birkaç modül ekledik, birkaç özellik daha kattık, sanki bir roket gibiydi proje. Hani o ilk heyecan varya, işte tam da öyleydi. Ama sonra… sonra işler biraz değişmeye başladı.

Güncellemeler yaptıkça, bir değişiklik diğerini etkileyebiliyordu. Bir yerde küçük bir hata, tüm sistemi sallayabiliyordu. Hani evde bir biblo devrilir de altındakileri de devirir ya, işte benim proje de öyle olmaya başlamıştı. Bir de düşünün, bu projeyi bir başkasına devretmek ya da ekibe yeni birini katmak istediğinizde, o devasa kod yığınına bakıp ilk tepki ne olurdu? Sanırım “Eyvah!” olurdu 🙂

İşte tam bu noktada microservices denen o yeni moda çıktı sahneye. Her şeyin ayrı ayrı, bağımsız servisler halinde çalışması fikri. Her servis kendi işini yapıyor, kendi veritabanı var, kendi deploy süreci var. Sanki bir orkestra gibi, her enstrüman kendi melodisini çalıyor ama hepsi bir araya gelince muhteşem bir senfoni oluşuyor. Ne güzel değil mi?

Bu yaklaşımın en büyük artısı, ölçeklenebilirlik. Bir servis çok yoğun çalışıyorsa, sadece o servisi ölçeklendiriyorsun. Diğerlerini rahatsız etmeden. Ya da bir serviste bir sorun çıktı diyelim, diğerleri tıkır tıkır çalışmaya devam ediyor. Hani trafikte bir araba kaza yapar da yolun tamamını tıkamaz ya, sadece kendi şeridini belki, işte microservices da böyle bir şey. Bu da bana geçenlerde denk geldiğim bir Google arama sonucunu hatırlattı, oradaki faydalar inanılmazdı.

Fakat tabii her şey güllük gülistanlık değil. Microservices dünyasına dalmak, işleri daha karmaşık hale getirebiliyor. Servisler arası iletişim, dağıtık sistem yönetimi, merkezi olmayan veritabanları… Bunlar ilk başta göz korkutucu olabilir. Hani yeni bir yabancı dil öğrenmek gibi, başlangıçta kelimeler birbirine giriyor, gramer kuralları karmaşık geliyor. Ama zamanla, pratik yaptıkça oturuyor sanırım.

Monolithic yapıya dönecek olursak, hala geçerli olduğu durumlar var. Özellikle küçük ve orta ölçekli projeler, hızla prototip geliştirmek istediğiniz durumlar için monolithic hala çok cazip olabilir. Tek bir kod tabanı, daha az karmaşıklık, daha hızlı başlangıç. Hani başlangıçta hızlıca bir yere gitmek istediğinde, en yakın ve en basit yolu seçmek gibi. Zaten bu konularda Wikipedia’da güzel bir özet buldum, oradan da bakabilirsiniz.

Peki, hangisiyle yola çıkmalı? İşte bu sorunun cevabı, projenin büyüklüğüne, ekibin yetkinliğine ve gelecek vizyonuna göre değişiyor. Bana göre, eğer projeniz hızla büyüyecekse, çok fazla özelliğe sahip olacaksa ve farklı ekiplerin paralel çalışması gerekiyorsa, microservices daha mantıklı bir yatırım olabilir. Yani başlangıçta biraz daha fazla efor sarf edip, gelecekteki baş ağrılarını önlemiş olursun.

Ama unutmamak lazım ki, microservices’ın da kendine göre zorlukları var. Servisler arası iletişimi yönetmek için API Gateway gibi yapıları kurmak gerekebiliyor. Örneğin, bir kullanıcı bilgisi istediğinizde, bu istek birden fazla servise dağılıp geri toplanmak zorunda kalabilir. Bu da biraz performans kaybına yol açabiliyor. Hani bir paket sipariş verirsin, kargocu farklı yerlerden toplar getirir ya, biraz öyle bir şey. Bu konuda YouTube’da güzel anlatımlar da var, merak edenler bakabilir.

Aslında her iki mimarinin de kendine göre avantajları ve dezavantajları var. Önemli olan, projenizin ihtiyaçlarına en uygun olanı seçmek. Kendi deneyimime göre, monolithic ile başlayıp, proje büyüdükçe ve karmaşıklaştıkça microservices’a geçiş yapmak da bir strateji olabilir. Hani önce küçük bir ev yaparsın, sonra ihtiyaç oldukça yanına eklemeler yaparsın, işte öyle bir şey.

Şimdi gelelim işin biraz daha pratik kısmına. Diyelim ki microservices’a karar verdin. İlk adım genellikle bir API Gateway kurmak olur. Bu gateway, dışarıdan gelen istekleri alıp ilgili servislere yönlendirir. Örneğin, bir kullanıcı girişi isteği geldiğinde, bu isteği alıp Authentication servisine gönderir. Ya da ürün bilgisi istediğinde, Product servisine yönlendirir. Bu arada, bu gateway’leri kurarken Reddit’te yapılan tartışmalara da göz atabilirsiniz, orada ilginç fikirler oluyor.

Bu gateway’ler genellikle RESTful API’ler üzerinden haberleşir. Yani her servis kendi API’sini sunar ve gateway bu API’leri kullanarak servislerle konuşur. Bu noktada C# ve ASP.NET Core ile RESTful API geliştirmek harika bir seçenek. Özellikle Dapper gibi ORM’ler ile PostgreSQL veya MySQL veritabanlarına bağlanıp veri çekme/gönderme işlemleri oldukça hızlı ve verimli oluyor.

Şöyle bir örnek kod düşünelim. Diyelim ki bir Product servisi var ve bu servisten ürün bilgilerini almak istiyoruz. Bu servisin bir GET metodu olacak. İşte onun gibi bir şey:

public class ProductController : ControllerBase {     private readonly IProductService _productService;

public ProductController(IProductService productService) { _productService = productService; }

[HttpGet("{id}")] public async Task GetProductById(int id) { var product = await _productService.GetProductAsync(id); if (product == null) { return NotFound(); } return Ok(product); } }

Bu kod, sadece bir ürün servisini temsil ediyor. Görüldüğü gibi, oldukça basit ve anlaşılır. Kendi işini yapıyor ve bitiriyor. Ne güzel değil mi?

Monolithic yapıda ise bu kod, belki de çok daha büyük bir controller sınıfının bir parçası olurdu. Farklı özellikler için de metotlar içerirdi. Ama microservices’da her şey daha izole, daha odaklı.

Sonuç olarak, microservices vs monolithic mücadelesinde net bir kazanan yok. Her ikisinin de kendi kullanım alanları, avantajları ve dezavantajları var. Önemli olan, projenizin ölçeğini, ekibinizin dinamiklerini ve gelecekteki büyüme potansiyelini göz önünde bulundurarak en doğru kararı vermek. Bana göre, özellikle büyük ve karmaşık sistemler için microservices geleceğin mimarisi diyebilirim. Ama unutmamalı ki, her zaman en basit çözüm en iyisi olmayabilir, bazen de karmaşıklık kaçınılmazdır. Hadi bakalım, siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.